Coğrafya Kaderimiz ise Medeniyetler Neden Çatışsın?
Coğrafya Kaderimiz ise Medeniyetler
Neden Çatışsın?
Bir toplumun parasını bir kere
alırsın bir daha vermez, aklını alırsan hepsini kendi getirip verir. (Anonim)
Yıllar önce Hollanda’da tüm ülkeyi deniz basma tehlikesi baş gösterdiğinde
oralı dostlarla şakalaşıyorduk. İsterseniz gelin bizim Anadolu platosuna
yerleşin biz sizi memnuniyetle misafir ederiz, bölge denizden bin küsür metre
yukarıdadır su baskını tehlikesi filan olmaz biraz kalır sonra sular çekilince ülkenize
dönersiniz o arada bizim memlekete yapacağınız yatırımlar da bize kalır siz ortada
kalmazsınız biz de bıraktıklarınıza konarız demiş ve o sıralar İran batıda pek
sevilmediğinden ilave etmiştim. “Sadece bir konu var sonuçta doğu komşunuz İran
olacak umarım sıkıntı olmaz” Hollandalı arkadaşımın gülerek verdiği cevap
çarpıcıydı “Bizim doğu komşumuz zaten Almanya”.
Şaka bir yana, batı dünyasında dikkatle incelenmiş, onların en büyük
düşünürlerine zihinsel taban oluşturmuş İbni Haldun “Coğrafya Toplumların
Kaderidir” kavramını altı yüz yıl önce öne sürdüğünde onun bu kader sonucunda
ulaşılacak “umran” yani medeniyet türünü beğenmeyip yazdıklarının suyunun
suyunu sadece özendiğimiz batı medeniyetinden çıktı diye büyük fikirler sanarak
ders diye okuduk. Daha sonraları Amerikalı bir üniversite hocası Medeniyetler
Çatışması diye bir şeyle ortaya çıkınca bu çatışma kavramının ABD merkezli ve global
kapitalizmin en önemli fikir üreticilerinden Dış İlişkiler Konseyi (Council on
Foreign Relations) tarafından yayınlandığını bilmeden aldık, kabul ettik. Üstelik
Medeniyetler Çatışması diye bildiğimiz kitabın tam adının “Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzenin Yeniden İnşası” (The Clash of
Civilizations and the Remaking of World Order) olduğuna da fazla dikkat
etmediğimiz söylenebilir. O gün bu gündür de ne oldu da dünya bu hale geldi
anlamaya uğraşıyoruz.
İbni Haldun’a göre coğrafyası bir toplumun kaderini yönlendirir ve o
coğrafyanın sunduğu avantaj ve dezavantajlarla toplum medeniyet yolunda
ilerler. İlkellikten (Bedevilikten) ayrılan toplumlar devletleşmeye ve
uygarlığa (Hazeriyete) yönelirler ama zamanla ilkel toplumların sahip olduğu
aidiyet (Asabiyyet) duygusundan uzaklaşarak daha yüksek aidiyet duygusuna sahip
olan ilkeller tarafından ele geçirilirler, bu döngüyü kırmanın yolu uygarlık (Umran)
yolunda ilerlerken aidiyeti yitirmemekten geçer.
Huntington da bunun böyle olduğunu bilir ama yirminci yüzyıl sonu, yirmi birinci
yüzyıl başında söylemek işine gelmez. Baş düşman Sovyetler çökmüş NATO ve ABD yani
global sermaye bir anda düşmansız kalmıştır. Bir düşman bulunmazsa üretilen o
kadar silah elde kalacak, savunma bütçesi sorgulanmaya, oradan buradan
istenmeyen sesler çıkmaya başlayacak ve belki de petro doların geçerliliği
masaya yatırılacaktır. İşte bu noktada Huntington eliyle ve süratle dünya 6-7
ayrı medeniyete ayrıştırılır ve gelecek çatışmaların bu medeniyetler arasındaki
fay hatlarında gerçekleşeceği fikri zihinlere yerleştirilmeye başlanır. Alttan
alta da doğruluğu tartışılamaz olan coğrafyanın kader olması fikri bu felsefeye
monte edilmeye çalışılır. Sonrasını biliyoruz, petrol sahibi ülkelerin ABD
kontrolünde olmayanların hepsinde çatışmalar ve daha birçok karışıklıkla dünya
düzeninin yeniden inşası çalışması.
Dünya düzeni belirli aralıklarla değişme eğiliminde ve her değişimde
zenginler daha da zenginleşiyor ve değişim her zaman olduğu gibi gerçekleşme
sürecinde zor anlaşılıyor ve bittikten sonra bir değişim olduğu görülüyor. 1929
ekonomik krizinin neleri değiştirdiğini biz ancak yirmi yıl sonra görebildik. 2000
başında ABD teknoloji şirketlerinin iflasına Dotkom balonu dedik ama bunun
sonuçları da sonradan belirginleşti. 2007-8 krizi hala konuşuluyor ve
hafızalarda yeni ama sonuçlarının ne olacağını zor görüyoruz. Şimdi
yaşadıklarımız ise daha da büyük bir değişimin hazırlık aşamasında olduğunun
işaretlerini veriyor gibi.
Kapitalizmin yılanın kılıfını değiştirmesi gibi kabuk değiştirmeleri
şimdiye kadar hep bir direnişle karşılaşmadan gerçekleşmiş ve kendileri için
nispeten olaysız sonuçlanmıştı. Büyük sermayenin oluşması ve Britanya
İmparatorluğuna monte olması, sonradan o kabuğa sığamayınca ABD’yi yeni var
oluş ortamı olarak seçmesi, arada yapılan küçük ve orta sermayenin el
değiştirmesi operasyonları, hatta soğuk savaşın bitişiyle yaratılan aslında var
olmayan bir medeniyetler çatışması ve globalleşme adı altında dev şirketlerin
devletler üstü konumlara geçmesi hep planlanan şekilde ve doğru dürüst bir
karşı koymaya rastlamadan gerçekleşmişti.
Bütün tarihin bize gösterdiği ve İbni Haldun’un işaret ettiği uygarlıklar
döngüsünün gerçekleşebilmesi için dışarıdan birilerinin müdahalesi
gerekmektedir yani zenginleşen toplumlar aidiyetlerinden uzaklaştıklarında
saldırıya açık kalmaktadırlar. Kapitalizm bunun gayet iyi farkında olarak ama kimseye
belli etmeden neredeyse dünyadaki her önemli toplumda bu aidiyeti kültürel,
ekonomik, sosyal boyutlarda tahrip etmeyi başarmış ve kendisini kaçınılmaz
sondan korumak için çare olarak tüm toplumun değil toplum içindeki belirli bir
zümrenin zenginleşmesini tasarlamıştır. O zengin zümrenin toplumlar üstü bir
konumda bulunacak şekilde var olması ve bedeviler sınırlara dayandığında başka
coğrafyalara geçebilme imkanı ise devletler üstü şirketler, globalleşme ve
kültürel yeknesaklık üzerinden mümkündür ve bu geçme operasyonu bir süre önce ABD’den
uzak doğuya doğru başlamıştı. Büyük sermayenin ABD kabuğundan çıkması ve Çin
kabuğuna girmesi ise ABD Dolarının egemenliğinin yok olması anlamına gelecek ve
trilyonlarca dolar borcun ödenmemesi sonucunu doğuracaktır. Planlanan yeni
dünya düzeninde, ABD ulus devletinin bir dünya ekonomik ve askeri
hegemonyasından bahsedilemeyeceği gibi ABD halkının da, ekonomik bir felaketle
karşılaşması beklenmelidir.
Bu günlerde ise bu son değişimin global kapitalizm açısından sıkıntılı bir
sürece girdiğini görüyoruz.
Her ülkede görülen sermaye karşıtı büyük halk hareketleri, darbe ve savaş
girişimlerinin dünyanın birçok noktasında peş peşe başarısızlığa uğraması,
dünyanın askeri açıdan tek kutupluluğunun savunma teknolojilerinin değişmesi
nedeniyle çok kutuplu bir manzaraya dönüşmesi, propaganda amacıyla yaygın
olarak kullanılan sosyal medya enstrümanlarının herkes tarafından
kullanılabilir hale gelmesi ve en önemlisi toplumsal aidiyetin dünya çapında
artmasıyla bu sıkıntıların da artacağını umut edebiliriz.
Sınırları çoktan aşıp toplumların içine nüfuz etmiş olan, İbni Haldun’un
deyimiyle bedevilerden, yani milli varlıklara göz dikmiş yağmacılardan kurtulmak
her toplumun kendi aidiyetini bilmesi ve medeniyetler çatışması safsatalarına
kulak asmadan kendi uygarlığını koruma yeteneğinden geçiyor. Çatışma
medeniyetler arasında değil yağmacılarla medeniyetler arasında ve bu son büyük
değişim eğer bir şekilde yarıda kalırsa vahşi kapitalizme de kılıfsız kalan
yılana ne olursa o olacaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder